İnternette kısa bir videoya denk geldim. Stand up gösterisi dediğimiz programda show yapan bir komedyen şu sözleri sarf ediyordu: “Yozgat’a giderken aklınızda bulunsun. Yozgat’ta durulmuyor, Yozgat’tan geçiliyor.”
Seyircilerden bir tanesi de “Yozgat’a atandım. Yozgat’ı geçmişim, sonradan fark ettim.”
Bu sözler, Yozgat’ın hemen ortasından geçen uluslar arası karayoluna ve Anadolu’nun ortasında doğu-batı, kuzey-güney geçiş yollarında bulunmasına rağmen, tanınmayan, bilinmeyen, merak edilmeyen ve durup görmeye ihtiyaç duyulmayan bir şehir olduğunun kanıtı niteliğindedir.
Hepimizin yaşadığı bir gerçekliktir ki, bir şehre gideceksek gerek o şehrin gerekse güzergah üzerindeki başkaca şehirlerin tarihi, turistik ve doğal değerlerini merak eder, öğrenir, gezi programımızı ona göre yaparız.
Karayollarının verilerine göre her yıl on milyonlarca insan Yozgat’ın tam ortasından geçmektedir. Ancak on milyonlar içinden on kişinin dahi bu şehre dair bir merakla durmadığını da hepimiz biliriz.
Bu merak etmeyiş değildir. Merak ettiğin, görmek, tanımak, bilmek istediğin halde eline sağlıklı verilerin ulaşmamasıdır. Yozgat’a ve Yozgat’ın değerlerine dair verilerin bölük pörçük olması, olanların güncellikten ve tanıtım profesyonelliğinden uzak olmasındandır.
Yozgatlının değer olarak ifade edebileceklerimizi yıllar içerisinde yok etmiş, yönetenlerin bu talana göz yummuş ve yok edilenleri inşa edememiş olmalarındandır.
Yozgat’ı yöneten bürokrasi ve yerel yönetimlerin ilin tanıtımını bir program ve eylem planı dahilinde yapamıyor olmalarındandır.
Bir turizm firmasının sitesinde dahi valiliğin, belediyenin, çok daha önemlisi İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün sayfasından daha fazla bilgiye ve değere rastlıyorsanız, bu şehirde birileri işlerini doğru ve iyi yapmıyor demektir.
Bu doğru ve iyi iş çıkaramamanın sonunda da, stand up gösterilerine ve komedi dizilerine konu karikatürize bir şehir ortaya çıkar. Ondan sonra kim bu şehri yönettiğini ve bu şehrin her hangi bir alanda geleceğinin iyi olacağını iddia ederse, o da ancak karikatür karakteri olarak hafızalarda yerini alır.
Kabalı’ya hasada gidip de, on yıldır bir Kabalı daha organize edemeyip üstüne bu yöndeki çabalara “Kabalı’nın kötü bir proje olduğunu” iddia ederek karşı duran, engelleyen bürokrasi gibi.
Tıpkı, hastanesinde taşımalı doktor sistemi ile çalışılan ve bazı branşlarda iki hastanesinde birden doktoru olmayan sağlık idarecileri ve olmayan doktorla sağlık üssü olma hayalini pazarlayan siyasetçiler gibi.
Tıpkı, Yozgat’ta bir film festivali düzenleyip de, şu an Yozgat’ta yaşayan ödüllü bir yönetmeni, senaristi, onun tecrübe ve birikimi ile bu şehre sunacağı katkıları görmezden gelenler gibi.
Tıpkı, uygulamalı bir bölümden mezun vermek üzere olup da, 4 yıldır binası, ekipmanı, laboratuarı, hastanesi olmadan her bir sınıfı ayrı binalarda ve yerleşim yerlerinde eğitime tabi tutan ama hocası, binası, teknolojik imkanları tam olan bölümlerine öğrenci almayan eğitimciler gibi.
Tıpkı nitelikli işsizlik problemi olan şehirde, nitelikli iş gücünü yetiştirmek yerine; hiçbir işe yaramayacak sadece günlük harçlık vermiş olmakla övünülecek eğitimlere imza atanlar gibi.
Tıpkı sağlıklı gıdaya ulaşmanın iyice zorlaştığı ve Yozgat’ın tarımsal üretiminin düştüğü bu dönemde, üretimi ve kalitesini artırmakla sorumlu olduğu halde adı sanı bilinmeyen bitkiler üzerinden, plansız, programsız, organize bir amaca hizmet etmeyen “demonstrasyon”larla istatistik dolduranlar gibi…
Sonuç cümlesini yazmıyor, üç noktadan sonrasını size bırakıyorum. Eminim bu yazıyı okuyan her bir okuyucu tıpkılara eklemeler yapacaktır. Ve her bir ekleme, Yozgat’ın “nasıl yönetilmediğinin ve her işin –mış gibi yapıldığının” birer delili olacaktır.
Bu kadar delilden sonra da neden “durulmayan, sadece geçilen” bir yerleşke olduğumuzu da hepimiz anlar, boşuna hayıflanmayız, “Yozgat neden gelişmiyor?” diye…