Açıklamada, Marmara Depreminin nüfusun ve sanayi yapılarının en yoğun olduğu geniş bir bölgeyi etkilediği, büyük çapta can ve mal kaybına yol açtığı, uzun yıllar etkisini sürdürecek ekonomik yıkıma neden olduğu ve sosyal açıdan tüm yurttaşları etkileyen toplumsal bir travmaya dönüştüğü vurgulandı. Aradan geçen 26 yıla rağmen deprem tehlikesinin özellikle İstanbul başta olmak üzere Marmara bölgesinde yaşayan yurttaşların en büyük endişesi olmaya devam ettiği ifade edildi.
İstanbul Silivri açıklarında, Marmara Denizi’nde 23 Nisan 2025 tarihinde meydana gelen 6,1 büyüklüğündeki depremin, kentin depreme karşı hazırlığı konusunda soru işaretleri oluşturduğu belirtilen açıklamada, basın yayın organlarında fay haritalarının gündeme gelerek olası depremin büyüklüğü ve zamanının tartışıldığı, farklı ağızlardan yapılan açıklamaların yurttaşların kafasını karıştırdığına dikkat çekildi. İnşaat Mühendisleri Odası, tartışmaların yanlış bir zeminde yürütüldüğünü vurgulayarak, ülkemizin deprem gerçeğine ve kentlerin depreme hazırlıksızlığına dikkat çekmenin hayati önem taşıdığını ifade etti.
Açıklamada, depremin nerede, ne zaman ve ne büyüklükte meydana geleceğinin bilinmemesinin yurttaşların en büyük endişesi olduğu vurgulandı. Günümüz teknolojisinin depremi öngörmeyi mümkün kılmadığı belirtilirken, varsayımsal olarak bilinse bile güvenliğin sağlanamayacağı, binaların yerle bir olacağı ve büyük maddi-manevi kayıpların kaçınılmaz olacağı dile getirildi.
Türkiye’nin büyük çoğunluğunun deprem riski altında yer aldığı ve son yüz yılda 85 yıkıcı depremin yaklaşık 85 bin can kaybına yol açtığı belirtilerek, nüfusun %96’sının deprem riski altında olduğu ifade edildi. TBMM araştırma komisyonları ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı verilerine göre yaklaşık 6 milyon yapının riskli olduğu, bu sayının toplam yapı stoğunun yüzde 60’ına denk geldiği kaydedildi. Ancak bu sayının tahmini olduğu, devletin hangi yapıların riskli olduğunu bilmediği belirtildi.
1999 Marmara Depremi sonrası pek çok kurum ve meslek odasının hazırladığı raporların, 2011’de AFAD tarafından hazırlanan ve Bakanlar Kurulunca kabul edilen Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planına dönüştüğü hatırlatıldı. Bu planın, devlet kurumları, yerel yönetimler, üniversiteler, meslek kuruluşları ve STK’ların görevlerini tanımladığı, Türkiye’nin 2023’e kadar depremlere karşı hazır hale getirilmesini hedeflediği belirtildi. Ancak 6 Şubat 2023 depremlerinin, planın uygulanmadığını gösterdiği ve yapı stoku envanterinin tamamlanmadığı ifade edildi. Bu çalışmanın tamamlanması durumunda 6 Şubat Depremlerinde 240 binden fazla binanın ağır hasar görmesinin önlenebileceği vurgulandı.
Açıklamada, kentsel dönüşümün uzun, maliyetli ve çok yönlü bir süreç olduğu, ancak planlı ve toplum çıkarını öncelikleyen yaklaşımla gerçekleştirilebileceği ifade edildi. 17 Ağustos Depremi sonrası alınan vergilerle 2025 yılına kadar 40,2 milyar dolar toplanmasına rağmen, 2012’den itibaren merkezi bütçeden yalnızca 480 milyar TL harcandığı, tespit edilen 6 milyon riskli yapının yalnızca yüzde 4’ünün dönüştürüldüğü vurgulandı. Rant değeri yüksek bölgelerde dönüşümün önceliklendirildiği, riskli bölgelerde ise çalışmaların yetersiz kaldığı belirtildi.
6 Şubat Depremleri sonrası resmi rakamlara göre 50 binden fazla kişinin hayatını kaybettiği, yaklaşık 40 bin binanın yıkıldığı, 200 binden fazla binanın ağır hasar aldığı, maddi kaybın 100 milyar doların üzerinde olduğu bildirildi. Verilen vaatlerin tutulmadığı, depremzedelere teslim edilmesi gereken 650 bin konuttan yalnızca 250 bin 636 bağımsız bölümün teslim edildiği kaydedildi. Ayrıca eğitim ve sağlık hizmetlerinin halen yeterli düzeyde karşılanamadığı ifade edildi.
Açıklamada, 17 Ağustos 1999’dan 6 Şubat 2023’e ve günümüze uzanan süreçte Türkiye’nin depremler karşısında kırılgan bir yapı stoğuna, yetersiz planlama anlayışına ve denetimsiz yapı üretimine sahip olduğu, ancak bilimsel bilgi ve mühendislik birikimiyle bu sorunların üstesinden gelinebileceği vurgulandı. Toplum yararını esas alan bir anlayışla, bilimsel verilerle şekillenen planlama ve etkin kamusal denetimin hayata geçirilmesi gerektiği kaydedildi.
İnşaat Mühendisleri Odası, depremin doğal, afetin ise insan kaynaklı olduğunu belirterek, siyasal irade, yerel yönetimler ve ilgili kurumların sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiğini, kent planlamasından yapı üretimine, yapı denetiminden kentsel dönüşüme kadar tüm adımların bilimsel ilkelere göre atılması gerektiğini vurguladı. Açıklamada, “Depremler kaçınılmaz; ancak afetler önlenebilir” denilerek, toplumun yaşam hakkının siyasal ve ekonomik çıkar hesaplarına kurban edilemeyeceği ifade edildi.
Son olarak, daha fazla geç kalınmadan, bilimin ve kamusal sorumluluğun rehberliğinde hareket edilmesi, rantı önceleyen değil insanı önceleyen bir kentleşme ve yapılaşma anlayışının derhal hayata geçirilmesi çağrısı yapıldı. / Haber Merkezi
Depremler Değil, İhmal Öldürüyor
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Yozgat İl Temsilcisi Fuat Köksal, TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şubesi Yönetim Kurulunun 17 Ağustos Büyük Marmara Depreminin 26. yılında yaptığı açıklamayı kamuoyuyla paylaştı. Açıklamada, 17 Ağustos 1999 tarihinde yaşanan ve tarihimizin en büyük afetlerinden biri olarak kayıtlara geçen Marmara Depremi anılırken, yaşamını yitiren tüm yurttaşlar saygıyla anıldı.
