Bu yıl Yerli Malı Haftası okullarda alıştığımızdan farklı bir atmosferde geçti. Millî Eğitim Bakanlığı’nın yönlendirmesiyle pastalı, börekli, sofralı kutlamalar büyük ölçüde geri planda kaldı; yerine milli değerler, savunma sanayiindeki gelişmeler ve yerli markalar ön plana çıktı. Bu değişim, “yerli malı” kavramını yalnızca tüketilen ürünlerle sınırlı bir başlık olmaktan çıkarıp, bilinç ve farkındalık zeminine taşıması açısından önemliydi. Açıkçası, niyeti yerinde ve güçlü bir adımdı.
Bu yaklaşım okul koridorlarına ve sınıflara da yansıdı. Öğretmenlerin büyük bir emekle, estetik bir hassasiyetle hazırladığı panolar, köşeler ve sunum alanları vardı. Renkler özenle seçilmiş, bilgiler çocukların anlayabileceği şekilde sadeleştirilmiş, görseller dikkat çekici bir bütünlük içinde sunulmuştu. Ortada ciddi bir hazırlık, görünmeyen saatlerce süren bir emek ve mesleki sorumluluk vardı. Bu noktada öğretmenin çabasını yok saymak mümkün değil; aksine bu emek takdiri fazlasıyla hak ediyor. Ancak tam da bu güzelliğin ortasında durup sormamız gereken bir soru var: Bu kadar emek verilmiş görsel dünyanın içinde çocuk ne kadar deneyim yaşadı?
Panolar baktığımız, önünde fotoğraf verdiğimiz alanlar mıydı; yoksa çocukların dokunduğu, soru sorduğu, merak ettiği, düşündüğü öğrenme alanları mı? Yerli markaların isimlerini gördük ama bir ürünün neden yerli olmasının önemli olduğunu gerçekten konuştuk mu? Savunma sanayiindeki gelişmeleri izledik ama çocukların “neden” diye sormasına yeterince alan açabildik mi?
Eğitim, yalnızca görmekle değil; yaşayarak, deneyimleyerek anlam kazanıyor. En şık pano bile, eğer çocukla temas etmiyorsa bir süre sonra dekor olmaktan öteye geçemiyor. Öğretmenin emeğiyle kurulan o görsel dünya, çocuğun içinden geçmesine izin verildiğinde gerçek karşılığını buluyor.
Benzer bir durum proje ödevlerinde de kendini gösterdi. Yerli malı bilinci kazandırmak amacıyla verilen bazı çalışmalar, çocukların küçük denemeleri yerine, yetişkinlerin kusursuz ürünlerine dönüştü. Kartonlar daha kalın, kesimler daha düzgün, yazılar daha simetrik oldu; ama bu kusursuzluğun içinde çocuğun sesi çoğu zaman kayboldu. Henüz makas tutmayı yeni öğrenen çocuklar adına hazırlanmış maketler, araştırma yapmayı yeni yeni deneyimleyen öğrenciler adına yazılmış metinler sergilendi.
Oysa öğrenme; düzgün kesilmiş maketlerde değil, yamuk ama çocuğa ait fikirlerde gizliydi. Bir yerli markanın adını yanlış yazarken durup düşünen çocukta, “Bu neden bizim için önemli?” sorusunu sorarken takılan bakışta, anlatırken kelimeleri karışsa da heyecanlanan ses tonunda… Eğitim, hatasız sonuçlardan değil; sürecin içindeki denemelerden, yanılmalardan ve yeniden denemelerden beslenir.
Bazen bir proje, görsel olarak ne kadar sade olursa olsun, çocuğun zihninde açtığı kapı kadar değerlidir. Yetişkinin estetik kaygısıyla tamamlanan işler kısa süreli bir beğeni yaratırken; çocuğun kendi emeğiyle ortaya koyduğu küçük çalışmalar kalıcı bir farkındalık bırakır. Yerli malı bilinci de tam olarak böyle oluşur: Hazır sunulan bilgilerle değil, çocuğun kendi cümlesiyle kurduğu anlamla.
Burada mesele ne öğretmenin özverisi ne de MEB’in yaklaşımıdır. Mesele, her güzel fikri biraz daha “iyi” yapma isteğiyle ağırlaştırmamızdır. Eğitimi, sonuçların sergilendiği bir alana dönüştürdüğümüzde; sürecin kendisini, yani çocuğun öğrenme yolculuğunu kaçırıyoruz.
Belki de bu Yerli Malı Haftası bize şunu yeniden hatırlatmalı: Daha az sergileyip, daha çok yaşatabilir miyiz? Panolar yol göstersin ama çocuk yürüsün. Çünkü gerçek farkındalık, bakılan yerde değil; deneyimlenen yerde oluşur.
