""

Ekonomik Kriz Değil, Yönetememe Krizi Vardır! « Yeniufuk Gazetesi

25 Nisan 2024 - 15:29

Ekonomik Kriz Değil, Yönetememe Krizi Vardır!

Ekonomik Kriz Değil, Yönetememe Krizi Vardır!
Son Güncelleme :

01 Aralık 2021 - 17:55

Osmanlı İmparatorluğu’nun fiziki ve siyasi olarak sona erdiği 1923 yılı sonrasında 1950’ye kadar ülkeyi CHP hükümetleri yönetmiştir. Bu tarihten sonra 1977’deki 30 günlük ve 1999’daki  137 günlük Ecevit hükümeti dışında “sol” tek başına iktidarı yakalayamamıştır.

Özelikle 1935-50 arası CHP yönetimleri, il teşkilatları ve iktidar yakınında bulunan ve tek partili dönemin gücünden istifade etmek isteyen yerel unsurlar, yeni dönemde merkezde ve merkeze yakın olmanın avantajını kullanmışlardır. Bu yakınlıktan aldıkları gücü imparatorluk boyunduruğundan kurtulmuş olan halk üzerinde etkin şekilde kullanmaları, ki çoğu zaman zulme dönüşen uygulamalar olmuştur, halkın yeni yönetime ve onun “temsilcisi” pozisyonunda yer alan CHP’ye, CHP’li kadrolara karşı duruşuna vesile olmuştur. Bu karşı duruş 1950’den 2021’e dek bir daha CHP merkezli “sol”u tek başına iktidar etmemiştir.

Siyaset arenasında bu karşı duruşu “milliyetçilik, muhafazakarlık (İslamcılık)” parantezinde değerlendiren, bugün muhafazakar milliyetçi sağ olarak tanımlayabileceğimiz siyasal yapılar 70 yıllık süreçte ülkeyi yöneten partileri ve ana kadroları içerisinden çıkarmıştır.

AKP’nin 19 yıllık iktidarının son deminde şahit olduğumuz “ekonomik kriz” teknik olarak 2017 sonbaharında ipuçlarını vermiştir. Hissettirerek, göstererek gelen bir krizdir. Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik krizi olarak tanımlanabilecek bu krizin etkisini yüksek enflasyon, piyasada nakit darlığı, sanayide yüksek maliyetli üretim, artan işsizlik oranları ve kamu yatırımlarının durması olarak hissedeceğimiz de kesindir.

Son paragrafta adını koyduğumuz “ekonomik kriz”in nedenlerine ilk paragraflarda bir giriş yapmıştık.  Görüleceği üzere 71 yıldan fazladır ülkeyi muhafazakar milliyetçi sağ yönetmektedir. “Sol” bu ülkede iktidardan uzaklaşalı 71 yıl olmuştur. Son 19 yıldır ise muhafazakarlar ve 6 yıldır da muhafazakar milliyetçiler yönetmektedir.

Devlet yönetiminde uygulanan tüm politikalar bu “muhafazakar milliyetçi sağ” kitlenin dünya görüşü ve ideolojisine göre şekillenmektedir.

Osmanlı iradesi ortadan kalkınca 600 yıl boyunduruk altında yaşayan, yiyeceği ekmek miktarı dahi devlet tarafından belirlenen, devletin “malı” konumundaki halk; Cumhuriyet ile birlikte yeni dönemden pay almak istemiş ancak dönemin tek partili yöneticileri ve onların uzantılarının uygulamaları neticesinde merkeze yaklaştırılmamış, hissesine düşen veya arzu ettiği payı alamamıştır.

İşte, 1950’den bu tarafa ülkeyi yöneten ana partileri ve kadroları içerisinden çıkaran muhafazakar milliyetçi sağ bu sosyoloji içerisinden gelmekte ve bu sosyolojinin yüzyıllardır içerisinde biriktirdiği pay alma istediğine göre politika ve uygulamalarını şekillendirmektedir.

Bugün, iktidarın “ihracat temelli ekonomik büyüme ile Türkiye’yi, Avrupa’nın Çin’i yapma” modeli olarak tanımladığı ancak iktidar dışındaki tüm kesimlerin ekonomik kriz olarak adlandırdığı bu krizin, tanımlamasındaki ayrışma, sorunun derinliğinin farkına varılamaması, yaşanan sürecin adının konması ve eleştirilmesinin “hainlikle” eş tutulması gibi durumlar ve dahi iktidar alternatifi olan siyasal yapıların da çözüme dair somut ve umut vaadeden öneriler ortaya koyamaması da içinden çıkılan sosyolojinin bir ürünüdür.

Bir dönem içerisinde bulunduğum ve yakinen gözlemlediğim muhafazakar milliyetçi sağ, Menderes döneminden itibaren daima bir iktidar özlemi çekmiştir ve bunun için de adı farklı ama hedef kitlesi ortak olan siyasal yapılar oluşturmuştur. Haklarını yemeyelim, Demirel, Türkeş ve Erbakan her ne kadar bu kitleye hitap etmiş ve muhafazakar milliyetçi sağ tanımlamasının içerisinde yer almışlarsa da her üçünün de “devlet yönetme, sanayi, üretim, kalkınma” adına da ciddi çalışmaları, projeleri, ülküleri olmuştur. Bu üç ismin nevi şahsına münhasır olarak taşıdıkları bu özellikler de maalesef ki hedef kitlenin sosyolojik yapısı ve genlerinden gelen 600 yılık kölelik ve bunun neticesinde iktidardan yani devletten pay alma sevdası nedeniyle akamete uğramış başarıya ulaştırmamıştır.

Bu yapıların ortak noktaları, devletten pay alma sevdalarıdır. Siyasal yapılanmaları ve var olan siyasal yapılara dönemine göre değişen destekleri de bu motivasyonladır. İktidarı hedeflerler. Ülkeyi yönetmek veya yöneteni belirlemek isterler.

Lakin, eğitim, ekonomi, sağlık, savunma, tarım ve gıda, insan, iç ve dış politikaya dair ayakları yere basan somut ve uygulanabilir projeleri ve dahi vizyonları yoktur. Yönetmeye talip oldukları devlet mekanizmasını, işlerliğini bilmek, tanımak gibi bir dertleri yoktur. İktidar olmakla muktedir olmak arasındaki anlam ve eylem farklılığını henüz çözememişlerdir. Devleti tanımadıkları için hangi kurumda ne gibi işler yapılır, bu işleri yapmak için gerekli beceri ve nitelikler nelerdir, bu beceri ve nitelik için nasıl bir eğitim modeli geliştirilmelidir, devlette istihdam politikası nasıl olmalıdır vb soruların cevabına da sahip değillerdir.
Mutlak iktidar ve bu iktidar için; iktidar gücünü verecek olan asgari “% 35’lik muhafazakar milliyetçi sağ” seçmenin gündelik hayatına dair isteklerin karşılanması yeterlidir. İçlerinden çıktıkları bu kitlenin isteklerinin devlet sistematiği ile buluşması ve devlet mekanizmasında aksaklığa neden olmaması kaygılarını taşımazlar. Esas olan iktidar gücüne sahip olmaktır.

Başlıkta yer alan “yönetim krizi” de buradan gelmektedir. Sayın Erdoğan özelinde, bugün devleti yönetme gücünü elinde bulunduran muhafazakar milliyetçi sağ 50 yıllık siyasal mücadelesinin hitamında, bu gerçekliği gün yüzüne çıkarmaktadır. Nedir o gerçeklik; 50 yıldır devleti yönetmek için siyasal mücadele veren muhafazakar milliyetçi sağ partiler, devleti yönetecekleri güne hazırlık yapmamışlardır. İktidar gücünü hedefleyen bu kadrolar; iktidar olunca neyi nasıl yapacaklarına dair hazırlık ve çalışmalar içine girmemişlerdir. Yönetmeye talip oldukları devleti tanımamış, bir devlet nasıl yönetilir dersine çalışmamışlardır. Uluslararası ilişkiler, sanayi ve teknolojideki gelişmeler, enerji politikaları, iletişim ve bilgi teknolojileri gibi temel konulardan uzaktırlar.

Bu tembelliktir ki; muhafazakar milliyetçi sağ kitlede “dış güçlerle anlaşmadan iktidar olamaz ülkeyi yönetemezsiniz” anlayışına sebep olmuştur. Yine bu sebepledir ki, ekonomiden eğitime, dış politikadan sanayiye kadar hemen her alanda savrulmalar yaşanmakta, ülke yatırımcılar için güvensiz, kendi vatandaşları için ağır enflasyon yükü altında umut vaad etmeyen ve başka ülkelerde umut aranan bir karabasana dönmüştür. Yine bu savrulmalar nedeniyle nitelikli işsiz sayısı milyonları aşmış, sanayi çarkları durma noktasına gelmiş, ülkenin parası ve pasaportu 3. dünya ülkelerinde ancak kıymet bulacak düzeye düşmüştür.

Ülke sınırları yolgeçen hanına dönmüş, kim olduğu bilinmeyen “potansiyel tehlikeler” ülkem içerisinde, cirit atar hale gelmiştir.

Neredeyse tüm komşularla ilişkiler sorunlu iken coğrafyamız yangın yerine dönmüş, bu yangınları söndürmek için Mehmetçik her gün şehit olarak bedel ödemektedir.

Bir gün Çin, bir gün Rusya olmadı ABD ve AB yakınlaşması ekonomik krizi tetiklerken, bu yakınlaşmalardan dolayı alınan borçlarla döndürülmeye çalışılan kamu yatırımları “kapütülasyonlar”ı hatırlatmaktadır. Ve her yönetim maharetsizliğinde ve her başarısızlıkta “dış mihraklara” konuyu havale etme alışkanlığı devam etmekte, 71 yıldır ülkeyi yöneten muhafazakar milliyetçi sağ sanki ülkeyi yöneten ve kararları alıp uygulayan kendileri değilmiş gibi sonuçlarından doğan sorumluluğu başkalarına atmayı da sürdürmektedir. Muhtemeldir ki bu yazım sonrası “vatan hainliği, dış mihrakların uzantısı” yaftasına ben de adayım.

Sözün özü; bugün yaşadığımız kriz, onlarca yıldır devleti yöneten ve yönettiği devleti, bir devlet kurumsallığı ve ciddiyeti içerisinde yönetmek yerine; hazırlıksızlığı ve devleti, nasıl olmaklığını bilmediği için günü birlik duygusal savrulmalarla yönetmeye devam eden muhafazakar milliyetçi sağın devlet ve dünya algısını şekillendiren sosyolojik izdüşümlerinin bir sonucudur.

YORUM YAP

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.