Anasol-M Hükümeti döneminde yaşanan 2001 krizi mali piyasalarda yaşattığı krizle Ak Parti’nin önünü açmıştı.
Vatandaş yaşanan krizin faturasını Anasol-M hükümetine kesmiş, Ecevit ve Yılmaz’ı siyaset sahnesinden silmiş, MHP’yi ise meclis dışında bırakmıştı.
Mali piyasalarda yaşanan kriz neticesinde IMF ile yapılan anlaşma sonrasında Kemal Derviş’in bakanlığa getirilmesi, krizden çıkış için sert tedbirler alması deyim yerinde ise acı reçete uygulaması, Ak Parti hükümetlerinin yolunu açmıştır.
Burada dikkatinizi çekmek istediğim husus mali piyasalarda yaşanan krizden çok Kemal Derviş’çe uygulanan “acı reçetenin” asıl tepkilerin odağında olması ve vatandaşın bu tedbirlerle daralan yaşamından memnun olmaması neticesinde hükümet değiştirdiğidir.
O dönem kamu maliyesini ve para piyasalarını düzenleyici tedbirler almak yerine, Erbakan örneğinde olduğu gibi olmayan paralarla ücretli kesime zamlar verilmiş, iktidar partili belediyelere fonlar akıtılmış, her ne kadar devalüasyona neden olsa da sürekli para basılmış ve piyasaya sürülmüş, olsa idi krizin etkilerini daha az hissedecek olan seçmen, iktidarı değiştirme tercihinde bulunmayabilirdi.
Bu acı reçete her ne kadar Anasol-M hükümetini iktidardan etmiş ise de aynı reçetenin uygulanması hem Ak Parti’yi iktidar yapmıştır, hem de Ak Parti’nin ilk 6 yılındaki “muhteşem ekonomik performansının” temelini oluşturmuştur.
Ak Parti’nin ilk yıllarına dair övünçle bahsettiği ekonomideki sıçrama başarısının en önemli etkeninin Anasol-M Hükümetinin tedbirleri olduğunu söylersek kimseye haksızlık etmediğimiz gibi bir hakkı da teslim etmiş oluruz.
IMF anlaşmalarının sona ermesi ile kendi ile baş başa kalan Ak Parti hükümetlerinin 2008 sonrası ekonomik performansı bir kez daha gözden geçirilmelidir. Zira o tarihten itibaren sürekli gerileyen, kötüleşen rakamlarla karşı karşıyayız.
Özelikle 2008’de reel sektörün yaşadığı ve “teğet geçti”ği ifade edilen ekonomik kriz sonrası alınan tedbirler, uygulanan ekonomik programlar ve ekonomi yönetimi gözden geçirildiğinde de aslında gerçekten teğet geçmediği, 2017 sonbaharından beri yaşamaya başladığımız ekonomik krizin bugünler de çok ağır şartlar altında seyretmesinin temellerini oluşturduğunu görmekteyiz.
Gelinen son nokta itibariyle Cumhur İttifakı yani Ak Parti ve MHP’nin önünde iki tercih bulunmaktadır.
Birinci seçenek; aynen Anasol-M hükümeti döneminde krizin doğru tespit edilip, çözümlerin geliştirildiği ve uygulandığı “acı reçeteyi” vatandaşa sunmak ve bunu uygulamak, krizden iyice bunalmış vatandaşın tepkisini çekmek ve iktidarı kaybetmek pahasına ülkenin düzlüğe çıkmasına oynamak,
İkinci seçenek de; kriz yokmuş gibi davranıp, popülist politikalara, para basmaya, olmayan parayla ücretli kesime zamlar vermeye, iktidar partili belediyelere fonlar akıtmaya, ihracat temelli ekonomi politikasını sürdürmek pahasına TL’nin değer kaybına ve dolayısıyla kurun yükselmesine ve enflasyonun artmasına göz yummak, beli bükülmüş sabit gelirli ve dar gelirlilere parasal yardımlar yapmak, inancı nedeniyle faizden ve dolayısıyla KKM’den uzak duran kesimler için GES uygulamaları, asgari ücretin uygulanma biçiminden ve miktarından rahatsız olmama ve artırılması gerektiğini düşünmeme rağmen, yılda iki kez asgari ücrete zam, 3600 ek gösterge, EYT’lilerle ilgili çalışmalar vb. gibi yeniden seçilmeyi hedefleyen politikalar uygulamak.
Birinci seçenek, ülkeyi orta vadede düzlüğe çıkarabilecek ve ekonomik dengeleri yeniden yerine oturtacakken, Ak Parti iktidarının da sonunu getirebilecektir. Bu yönüyle siyaseten göze alınması çok riskli bir alternatiftir ve eminim ki iktidar partileri bu seçeneği asla düşünmeyeceklerdir. Uygulamalarından da bunu anlamaktayız.
O halde geriye bir seçenek kalmakta.
O da ne olursa olsun iktidarı kaybetmemek için, kamu maliyesinde dengeleri alt üst edecek, hazineyi son kuruşuna kadar (kanaatim yıllarca telafi edilemeyecek eksilerde) kullanacakları, sorunun çözümüne dair hiç bir somut uygulama içermeyen ancak “oy verenleri” seçime kadar memnun edecek, dolayısıyla seçim meydanlarında propagandası yapılıp oy alınabilecek uygulamalara girişmek.
Bize düşen tercih de tam burada olacaktır; etkisi ve toparlanması onlarca yıl sürecek ama bugün bizi mutlu edecek uygulamaları mı istiyoruz, yoksa bugün biz sıkıntı çekelim de yarınlarımız daha güçlü, daha müreffeh olsun mu diyoruz.
Kanaatim odur ki; oy verenlerin bu tercihi; Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın da tercihine yön verecek, elini güçlendirecek, kararlarını o doğrultuda almasını sağlayacaktır.
Son söz; hiçbir hükümet uygulamalarından tek başına sorumlu değildir. Vatandaşta karşılık bulan her uygulamanın günahına da sevabına da oy verenler ortaktırlar. Bugün ve bundan sonraki uygulamalardan ve sonuçlarından şikayet eden her vatandaş bu uygulamalar karşılığında verdiği oyun da hesabını kendine sormalıdır ki, vurun abalıya misali her sıkıştığımız noktada iktidarları günah keçisi yapmayalım.