Yazılarımdan sonra bazı arkadaşlar “Yahu sen de hiçbir şeyi beğenmiyorsun. Daha ne yapsın adamlar. Az da yapılanı görsen, teşekkür etsen, övsen, hem belki bazı kapılar açılır” diyorlar.
Haklılar bir noktada. Eleştirileriniz genelde olumsuz olunca ve bardağın hep boş tarafını görünce; ötekileştirilmek kaçınılmaz oluyor. Kapının dışındaki muamelesi görüyorsunuz.
Ancak şöyle de bazı gerçekler var.
Biz, bu şehrin kaynakları ve kurumlarımızın nitelikleri itibariyle çok daha organize yapılarla bir eylem bütünlüğü içerisinde yapılabilecek olanlardan yola çıkıp sorgulamamızı yaptığımızda maalesef hanemize bardağın hep boş tarafı düşmektedir. Bardağı tam doldurmak mümkünken, yarısının lütfededilmesinedir itirazımız.
İkincil olarak, biz zaten birileri için her daim öteki olduk. Ne imam hatipliyiz ve bir takım cemaatlere, derneklere, vakıflara mensubuz, ne de bedelini ödemeye hazır olarak meşru çizginin dışında taleplerimiz oldu. İnsanın düşünen bir varlık olma gerçeğini öteleyen itaat kültürüne de hiçbir zaman ısınamadık. İlişkilerimizi, siyasi ve cemiyetçilik mücadelemizi bireysel kazanç üzerine de inşa etmedik. İtibarımızı, toplumda güç olarak addedilen ve kıymet verilen “değerler” üzerinden de arama kaygımız olmadı. Gücün yozlaştırıcı etkisini bildiğimiz için de güç merkezleri ile dengeli ilişkileri tercih ettik.
Yozlaşmadan, yok olmadan emanet edilen ve bildiğimiz işi layıkıyla yerine getirmeye gayret ettik. Liyakate, söze sadakate, emanet ehli olmaya kıymet verdik. Bir cemiyet içerisinde o cemiyetle birlikte yaşayabileceğimiz huzurlu, müreffeh ve adil ortak bir yaşam ve geleceğin mücadelesini verdik. Yazılarımızın temel gayesi de bu yaşamı kurma arzumuzdur.
Eleştirilerimizde de bu güne kadar haksızlık ettiğimize dair yazılarımızın muhataplarından bir itiraz almadık (belki de ciddiye almıyorlardır bizi).
Derdimiz bağcıyı dövmek değildir. Onun üretim tarzına katkı sunmaktır. Babadan kalma yöntemini, daha az maliyetle daha yüksek, sağlıklı verimle buluşturma çabasındayız. Bunu da bağcı ile birlikte yapalım istiyoruz.
Bağcı bildiğinden vazgeçmiyorsa, müşteriler daha uygun fiyatlısı ve sağlıklısı mümkünken sunulana rıza gösteriyorsa, celladına aşık olan için fazlaca yapabilecek bir şeyimiz yoktur.
Gelelim övgü kısmına. Valla düşüncem aynen şudur; gazetelerde, sosyal medyada ve yüz yüze o kadar çok öven var ve öyle güzel övgü cümleleri kullanıyorlar ki, benim lugatım o cümlelerin arasına girip oradan kapıya yol bulmaya yetmiyor. Geçen gece de bu konuyu düşündüm ve “acaba neyi söylemediler ki ben o cümleyi kurayım ve tüm övgüleri bir kenara attırıp geceye doğan ay gibi parlayayım” dedim.
Kaçar mı bizden tabi ki bulduk, kurulabilecek tüm cümleleri, en güzel övgüleri kurmuşlardı ama bir şeyi unutmuşlardı “Siz, gökten zembille indirilmiş, Allah’ın lütfusunuz!”.
Her yapılanı ve makam sahiplerini övmek, doğru bir yöntem değildir. İnsanın benliğini kuvvetlendiren, kibrini artıran bir yaklaşımdır. Övenler bundan kısa vadede kazanç sağlarken, toplumuna yabancı, vatandaşın gündeminden kopuk makamların ortaya çıkmasına neden olarak aslında bütün bir toplum olarak kaybetmemize neden olmaktadırlar.
Övgü de yergi de hakkaniyetten uzak olmamalıdır. Dengesini iyi ayarlamak önemlidir. Eğer bugün makam sahiplerine derdimizi anlatamıyor, olumsuzlukların düzeltilmesine katkı sunamıyorsak bundaki en büyük pay, övgücülerindir. Övgücülerin çokluğu ve tavırları insan nefsini okşamakta, kişiler daima o okşamayı arzu etmektedirler bunun için de etraflarında en güzel okşayanları bulundurarak toplumun geri kalanına kapıları kapatmaktadırlar.
Hocanın tabiriyle “yellehçi” olmaktan çok daha kıymetli bir şey vardır; o da insan olmak ve insan kalabilmek.