Bu köşeden iki yıldır aralıksız olarak yazılarımı sizinle paylaşmaktayım.
Kendi ruh, gönül, düşünce ve eylem dünyama dair hakikat penceremden gördüklerimi fazlasıyla eksiğiyle, doğrusuyla yanlışıyla paylaştım.
Kimi zaman bir yazım 50 binlerin üzerinde okundu kimi zaman 500’lerde kaldı.
Okuyucu sayısının niceliğinden çok niteliğine önem vererek sayıları ilgim dışı bıraktım. Tüm okuyucu kitlesinden ziyade, niteliğe, kaliteye, adalete, ortak kader anlayışına inanmış “birkaç iyi adamla” bir bağ kurmak öncelikli hedefim ve gayem olmuştur.
Hakikat penceremden gördüklerimi adaletten, hakkaniyetten ayrılmadan, bireysel menfaat/kazanç kaygısı taşımadan; ortak faydaya hizmet ederek hepimiz için huzur, adalet, güven, refah tesis etmesi amacıyla kaleme aldım.
Bazen sert bir üslubu kullandım bazen yumuşak ve ince bir dille meramımı anlattım. Kırılan, küsen (en çok da buna güldüm, koca koca makamların sahibi kocaman adamlar çocuk gibi duygusal tepkiler gösterdiler), kızanlarımız oldu. Elbette ki, bunun aksinde, değindiğimiz konular ve gazete ortak aklı olarak yaptığımız proje önerilerindeki isabetlerimize vurgu yapanlar da.
Lakin, her iki kesimden de ne konuların sahiplenilmesi ve bir adım ileri taşınması gibi bir refleks geldi ne de işaret ettiğimiz eksiklerin tamamlanması, yanlışların düzeltilmesi yolu tercih edildi.
Sorunların onu yaratan bilinç ve zeka düzeyi ile çözülemeyeceğinin ve içinde yaşadığım sosyolojinin gerçekliklerinin bilincinde olarak aslında sözlerimi “zamanın ortasında bir boşluğa” bıraktığımı biliyorum. Zamanın ruhuna inanan biri olarak sözlerimizin ve henüz bir kısmını paylaştığımız projelerin bir kıymeti var ise, o ruh zamanı geldiğinde ehil ellerle bu söz ve projeleri buluşturacaktır.
Şimdi bize, kendi derdi ile dertlenmekten uzak, dertlerini sahiplenenlere de destek vermekten korkan bir toplum yapısı ve en ufak olumsuz eleştiriyi dahi “karşıtlık, ötekilik” olarak algılayan muhataplardan biraz uzaklaşmak düşmektedir.
Zamanımız daralmakta, enerjimiz atomların bir birinden ayrılacağı noktaya doğru gitmektedir. O halde daha verimli alanlarda ve hakikaten her saniyeyi, her zerre emeği hak edenlerle hem hal olma zamanıdır.
Toplumun ve toplumun var ettiği kurumların bu vasatlık ve paçozluk ortamında vakit kaybetme lüksümüz bulunmamaktadır.
Zaman insanın en değerli hazinesidir ve insan nitelikleri, birikimleri ile de bu zamanı “bütün bir insanlığın ortak menfaatine” kullanmakla yükümlüdür. O halde zaman ve insan ancak onu hak edenlere harcandığı müddetçe kıymetli olacaktır.
Yolumuz vardır gidilecek. Yorulmanın, usanmanın, bıkmanın, küsmenin olmadığı o yolda yürümeye devam. Bu iki yıllık yazma serüvenimizde kendimize bir yoldaş bulamamış olsak da, yol bizim yolumuzdur ve yolcu sonunda nereye varacağının hesabını yapmadan yolu gitmekle mükelleftir. Bizim kimden yana kısmetimiz var ise o da muhakkak yolumuza revan olacaktır.
Bu bir gidiş, bir bırakış, bir son değildir.
Bu İsa’nın “almazdan” dağa kaçışına denk bir “varlığını koruma” çabasıdır!!!