Her yıl 3 Aralık Dünya Engelliler Günü geldiğinde, farkındalık etkinlikleri düzenlenir, sosyal medyada mesajlar paylaşılır. Ancak ertesi gün, engelli bireylerin ve ailelerinin hayatında pek bir şey değişmez. Bu günü kutlamaktan öte, gerçek sorunlara odaklanmamız gerekiyor. Çünkü engellerin çoğu ne bedenseldir ne de fiziksel; asıl sorun, toplumun bakış açısında ve zihinlerimizdedir.
Engelli bireyler ve aileleri, sadece fiziksel engellerle değil, toplumun olumsuz tutumlarıyla da mücadele ediyor. Tekerlekli sandalyedeki bir birey toplu taşıma araçlarına bindiğinde ya çevresindekilerin rahatsız bakışlarıyla ya da yardım etmekte tereddüt eden insanlarla karşılaşıyor. Bu durum, sadece bir ulaşım meselesi olmaktan çıkıyor; bireyin topluma aidiyet duygusunu sorgulatan bir deneyime dönüşüyor. Benzer şekilde, zihinsel engelli bir çocuğun ailesi, çocuğunu parka götürdüğünde ya da bir restoranda yemek yerken, çevredeki insanlardan gelen hoşnutsuz bakışlarla ya da rahatsız edici fısıltılarla karşılaşabiliyor. Bu tür durumlar, sadece bireyi değil, aileyi de derinden etkiliyor ve toplumsal hayattan uzaklaşmalarına neden oluyor.
İş hayatında da durum çok farklı değil. Engelli bireyler, yalnızca fiziksel engellerle değil, önyargılarla da baş etmek zorunda kalıyor. Görme engelli bir bireyin iş başvurusunda bulunduğunda karşılaştığı “Bu işi nasıl yapabilirsiniz?” sorusu, toplumdaki bu olumsuz bakış açısını açıkça gösteriyor. Oysa bir bireyin başarı potansiyeli, fiziksel durumundan çok yetenekleri ve azmiyle ilgilidir. Ancak ne yazık ki çoğu zaman bu gerçek göz ardı ediliyor.
Toplumun bu negatif bakış açısını değiştirmek için kendimize dönüp şu soruyu sormalıyız: Gerçekten farkında mıyız? Sözde duyarlı olduğumuzu iddia eden bir toplum neden hâlâ engelli bireyleri ve ailelerini “öteki” gibi görmeye devam ediyor?
Bunun değişmesi için, bireyler ve kurumlar olarak sorumluluk almalıyız. Çocuklarımızı daha küçük yaşta farklılıkları kabul etmeyi öğrenebilecekleri bir şekilde eğitmek, bu sorunun temel çözüm yollarından biridir. Okullarda uygulanabilecek empati etkinlikleri, toplumdaki önyargıları kırmak için önemli bir başlangıç olabilir. Belediyeler ve sivil toplum kuruluşları, engelli bireylerin günlük yaşamda karşılaştıkları zorlukları anlatan kısa filmler ve sosyal kampanyalar hazırlayarak farkındalık yaratabilir. Engelli bireylerin başarı hikâyelerini ve yaşam deneyimlerini paylaşabilecekleri platformlar oluşturmak, toplumun bu bireylerin gerçek potansiyelini görmesine yardımcı olabilir.
Aileler de desteklenmelidir. Engelli çocukların ailelerine yönelik dayanışma grupları ve destek programları oluşturulabilir. İşverenler ise yetenek odaklı bir yaklaşım benimseyerek, işe alım süreçlerinde eşitlik ilkesini hayata geçirebilir.
Engelleri aşmak, zihinlerimizdeki bariyerleri yıkmakla başlar. Küçük ama anlamlı adımlar atarak büyük değişimler yaratabiliriz. Bir komşunun engelli çocuğuyla oyun oynamak, yardıma ihtiyaç duyan bir bireyin alışverişine destek olmak ya da yalnızca birkaç dakika ayırıp anlamaya çalışmak bile büyük bir fark yaratabilir. Engelli bireyler ne “öteki”dir ne de “acıma” nesnesi. Onlar bu toplumun eşit bireyleridir. Bugün kutlamalarla değil, hayatı gerçekten daha erişilebilir kılacak adımlarla anlam kazanmalı.
Farkındalık, engelleri değil, potansiyelleri görmeyi başardığımızda gerçek bir anlam taşır