…Susmakta coşkuyu buldum, şükürde bereketi buldum, aramakta dermanı buldum, saygıda sevgiyi buldum, anlamada uzlaşmayı buldum, sabırda dostluğu buldum, amaçta heyecanı, yaşamın kokusunu duydum, doğrulukta huzuru, zamanda şifayı buldum, sevgide maneviyatı, iyilikte özümü ruhumu buldum, insanlarda yoldaşlığı, gerçekte hakkı buldum, dünyada akıp giden zamanı, sürekli değişen anı buldum, bazen acı bazen tatlı, bazen huzurlu bazen huzursuz, kendimi ilginç bir sınavın tam ortasında buldum.
…Dostluğun adi sadece sevgiye muhtaç olmalı, kahırsız, beklentisiz, bağlantısız, sadece kalabalıkların içinde gülümsenecek bir yüze muhtaç olmalı dostluk. Tıpkı İrem’le benim dostluğum gibi.
…Acelem var benim Hz İbrahim gibi ateşleri geçmeye
Acelem var benim Hz Eyyup gibi şükretmeye
Acelem var benim Hz Muhammet gibi zikretmeye
Acelem var benim Hz Mevlana gibi gönülleri fethetmeye
Acelem var benim bende hakkı olanları, benden razı etmeye
Ah, acelem var benim gideceğim yeri hak etmeye…
… Şu bereketin yağışına, şu kuru tohumun dev bir ağaç oluşuna, dallarında da meyve oluşuna bak
Şu lavların taş oluşuna, taşların toprak oluşuna, toprağın da nimet oluşuna bak
Şu kaşınla gözün arasında kirpiğinin oluşuna, güneşle dünyanın arasında ayın oluşuna bak
Şu” insanların sabah dört, öğlen iki, akşamda üç ayaklı oluşuna, ve sora yine yaratana dönüşüne bak
Bak ta gör, gör de anla. Sokrates’in dediği gibi ” kainatta tesadüfe, tesadüf edilemez”
…Bir dost arıyorum kendime Hz Mevlana’nın dediği gibi Merhamette, şefkatte güneş gibi olacak, ayıpları ötmekte gece gibi olacak, keremde, cömertlikte akar su gibi olacak, öfkede, asabiyette ölü gibi olacak, tevazuda, mahviyette toprak gibi olacak; Ya olduğu gibi görünecek, ya göründüğü gibi olacak; Bir dost arıyorum kendime her daim örnek alınacak…
…Şu uzayıp giden yollara bak, acaba sonu nereye varıyor
Şu yeni açmış çiçeğin rengine bak, acaba Ressam bize neyi anlatıyor
Şu insanların gözlerine bak, sanki okyanusu ayağımıza getiriyor
Şu bebeğin masumiyetine bak, saki cenneti içinde taşıyor
Şu masmavi gök yüzüne bak, sanki bizi korurcasına kol kanat geriyor
Şu evrenin sessizliğine bak, saki bize fırtınalar öncesi sessizliği anlatıyor
Şu yıldızların hikayesine bak, sanki bizi her şeyin sonlu olduğunu bildiriyor
Şu denizdeki dalgalara bak, sanki bize çırpınırcasına bir şeyler söylemek istiyor
Bak şu karlı dağların zirvesine, sanki bize sabrı öğretiyor
Bak şu turnaların uçuşuna, sanki bize geçip giden hayatı gösteriyor
Bak şu sararmış resimlere, sanki bize anın hiçliğini anlatıyor
Bak şu yüzlerdeki çizgilere, sanki hepsi birer hatırayı sayıklıyor…
…Hayat hırçın dalgaların eline kendini bırakıp kıyılara vurmak mı?
Yoksa karlı dağlara meydan okuyan bir kardelencik olmak mı?
Söyle bana ey kebir hayat mehtabın altında nazlı nazlı oynayan nilüfer olmak mı?
Yoksa çöl ortasında seraptan aniden uyanmak mı?
Söyle bana ey kebir nedir bu hayatın amacı
yaratmak mı , öldürmek mi? Kazanmak mı, kaybetmek mi?
Seçmek mi, seçilmek mi? Sormak mı, sorulara cevap bulmak mı?
Yada yolunu şaşırmadan, kızgın çölleri geçmek mi?
…Yorgun, hayat nakışlı yokuşlar benim
değerini hiç anlamadan inişler sizin olsun.
İnsanı bir gemi misali alıp götüren kalemler benim,
her söylenen gönül sözünde mana arayan, diller sizin olsun…
…Görmez olmuşum anneannem, gök yüzündeki bulutları.
Duymaz olmuşum yol kenarında öten kuşları .
Fark etmez olmuşum şu dünyada ki renkleri.
Hissetmez olmuşum yuvamda ki sıcaklıkları.
Anlamaz olmuşum dünyanın her yerinden yükselen feryatları.
Umursamaz olmuşum anneannem gözümün önündeki çarpıklıkları
Oysa ki çocuklar ne kadar güzel gülermiş .
Güneş her akşam batarken nasıl güzel renkler saçarmış.
Günbatımında deniz nasıl ağlarmış.
Rüzgar görevi aşkına nasıl da hızlı koşarmış.
Seven sevdiğinin gözlerine nede güzel bakarmış.
Barışın, sevginin, merhametin olduğu yerde,dünya nasılda Cennetsi kokarmış.
Ey İnsan Oğlu Kendini ve Değerinin Farkına Var
Kaşınla gözün arasına düşecek, yağmur tanesi düşünülüp de kirpiğin yaratılmadı mı?
Yedi kat gökler yedi günde senin uğruna yaratılmadı mı?
Güneş ay senin hizmetine sunulmadı mı?
Gece gündüz birbiri ardına sıralanmadı mı?
O melekler senin içi sessizce görevlendirilmedi mi?
Bütün hayvan alemleri hizmetine sunulmadı mı?
Sen rızıklanasın diye dünya alemi bin bir türlü nimetlerle süslenmedi mi?
Seni için miraçlar divana getirilmedi mi?
Bağışlanasın diye namazlar hediye edilmedi mi?
Senin için kitaplar gökten indirilmedi mi? Denizler ikiye ayrılmadı mı?
Senin için gökten koçlar indirilip, İsmail’in ayağının altından sular çıkarılmadı mı?
Senin için ateşler suya, korlar balığa çevrilmedi mi?
Senin için alemler bir gemiye sığdırılıp, suların üzeride yüzdürülmedi mi?
Daha ne bekliyorsun değerini anlamak için perdelerin açılmasını mı?…
…Herkes gülerken bana, sen ağlamayacaksan
Herkes terk ederken beni, sen hep yanımda kalmayacaksan
Hiç yaşanmasın bu dostluk, dillerde susup gözlerde konuşmayacaksan
Unutulup gidince bir köşe de, beni tek hatırlayan sen olmayacaksan
Medet umarken tanrımdan sen kapımı aralamayacaksan
Gönülden gönüle akıp, ruhlarda bir olmayacaksan
Yılar sonra beni iki damla göz yaşı ile hatırlayıp anmayacaksan
Hiç yaşanmasın bu dostluk, beni ömür boyu saymayacaksan
Gecemi aydınlatan, yıldızım olmayacaksan
Yan yana oturup, benimle ağlaşmayacaksan
Güzel günleri ararken beni de, yanında taşımayacaksan
Beni öz kardeşinden bile, üstün tutup sevmeyeceksen
Hiç yaşanmasın bu dostluk, bana ahrette şefaatçi olmayacaksan
…Sevgi benden önce gelseydi, sevgi tam olsaydı Firaun Asiye’yi ateşlere atmazdı, sevgi tam olsaydı Kabil Habil’i kıskanmazdı, sevgi tam olsaydı düşmanın yoksa kardeşinde mi yok denmezdi, sevgi tam olsaydı sokak çocukları sokaklarda üşümezdi, sevgi tam olsaydı hapishaneler yapılmaz, marifetmiş gibi er meydanları kurulmazdı, sevgi tam olsaydı üstünde en fazla elli sene yaşayacağı topraklar için insanlar susup silahlar konuşmaz, et et üstüne yığılmazdı, sevgi tam olsaydı bir elmanın iki yarısı olan eşler ayrılıp ta, gücü başkasına yemeyen çocuklar boynu bükük, çaresiz, korunmasız, her türlü acıya maruz kalmazdı, sevgi tam olsaydı İnsanların yarısı açlıktan, yarısı da oburluktan ölmezdi!
… İster bir garip ol kendi aşına yapan, istersen saraylarda bakan, ister sırtında küfeyle rızkının peşinden dolaşan, ister alim ol yaradılışın peşinden koşan, ister seyyah ol sonu gelmez yollara düşen; Ay gibi parlarsın yeter ki fikrin güzel olsun.
İster kul ol gözleri uzaklara dalan, ister medeni ol şehrin ışıklarında koşuşturan, ister bedevi ol çöllerin ayazlarında üşüyen, İster çoban ol kavalıyla dağlarda raks eden, ister hükümdar ol dünyalara hükmeden, istersen de yoldaş ol şu yalan dünyada ki yolculara eşlik eden; Ay gibi parlarsın yeter ki fikrin güzel olsun…