Eğitim dendiğinde aklımıza genellikle ders kitapları, sınavlar ve müfredatlar gelir. Ancak eğitimin en kritik ama çoğu zaman göz ardı edilen boyutlarından biri psikolojik süreçlerdir. Öğretmenlerin psikolojik dayanıklılığı, duygusal zekâsı ve sosyal becerileri… Bu unsurlar olmadan eğitim yalnızca bilgi aktarmaktan ibaret olur.
Öğretmenler için okul, yalnızca ders anlatmaktan ibaret değildir. Sınıf yönetimi, öğrenci motivasyonu, velilerle ilişkiler, eğitim politikalarındaki değişimler gibi faktörler öğretmenlerin ruh dünyasında büyük etkiler yaratır. Psikolojik dayanıklılık, öğretmenlerin zorlayıcı yaşam olayları karşısında yıkılmadan, uyum sağlayarak yoluna devam edebilme kapasitesidir. Öğretmenler olarak yalnızca akademik başarıya odaklanarak değil, kendi duygusal gücümüzü besleyerek de eğitim yolculuğumuza katkı sunmalıyız.
Daniel Goleman’ın duygusal zekâ kuramı, eğitim dünyasında sıkça tartışılan bir konudur. Duygusal zekâ, öğretmenlerin kendi duygularını tanıyıp yönetebilmesi, başkalarının duygularını anlayıp empati kurabilmesi gibi becerileri kapsar. Eğitimde bu beceriler, öğretmenler için adeta bir pusula görevi görür. Öğretmen olarak düşünelim: Sınıfımıza girdiğimizde enerjimiz, moralimiz, hatta o anki yüz ifademiz bile öğrencilerimizin ruh halini etkileyebilir. Bir öğrenci dersi anlamakta zorlanıyorsa, ona “neden dikkat etmiyorsun?” diye sormak yerine “anlamadığın noktada nasıl yardımcı olabilirim?” diye yaklaşmak, öğrencinin öğrenmeye dair motivasyonunu tamamen değiştirebilir.
Öğretmenler için duygusal zekâ, sınıf yönetiminden öğrenci ilişkilerine kadar pek çok alanda büyük rol oynar. Duygularını ifade edebilen, öğrencilerine empati gösterebilen, stresle başa çıkabilen öğretmenler, sadece sınıfta değil meslek hayatlarında da başarılı olurlar. Bu yüzden, öğretmenler olarak yalnızca bilgi aktarmakla kalmamalı, duygusal becerilerimizi geliştirmek için de çaba göstermeliyiz.
Öğretmenlik, ruhu en çok besleyen ama aynı zamanda en çok yoran mesleklerden biridir. Sınıfta yaşanan zorluklar, öğrencilere duyulan sorumluluk, eğitim sistemindeki değişiklikler ve mesleki beklentiler zaman zaman öğretmenleri tükenmişlik sendromuna sürükleyebilir. Psikolojik dayanıklılık, öğretmenler için de hayati bir beceridir. Bir öğretmenin, öğrencisinin gözündeki ışığı görebilmesi için önce kendi ışığını yakması gerekir. Kendimize zaman ayırmak, meslektaşlarımızla dayanışma içinde olmak, duygusal yükümüzü yönetmek ve gerektiğinde destek almak öğretmenlik yolculuğunda sürdürülebilirliği sağlar.
Eğitim dediğimiz şey sadece ders anlatmak, müfredatı tamamlamak değil. Öğretmenin ruhunu, sabrını ve sevgisini kattığı bir yolculuk. Hem özel eğitimde hem de genel eğitimde karşılaşılan zorlukları aşabilmek, sadece bilgiyle değil, içimizdeki dayanıklılıkla mümkün. Kendimizi güçlü tutmadan öğrencilerimize umut olamayız. Belki de en önemli şey, bu yolculukta yalnız olmadığımızı bilmek. Birbirimize destek oldukça, duygusal zekâmızı besledikçe ve dayanıklılığımızı korudukça eğitimin gerçek anlamına bir adım daha yaklaşacağız. Çünkü her öğrencinin arkasında, onun başarısını yürekten isteyen bir öğretmen vardır.
Tahtada Yazmayan Gerçekler
