“Çocuk oynarken öğrenir” cümlesi, eğitim alanında belki de en çok kullanılan ama en az içi doldurulan cümlelerden biri. Oysa oyun, yalnızca çocukların eğlendiği bir zaman dilimi değil; onların iç dünyasını dışa vurduğu, gelişimlerinin tüm boyutlarının bir araya geldiği eşsiz bir öğrenme alanıdır. Özellikle erken çocukluk döneminde oyun, bir çocuğun hem kendini hem de dünyayı tanıma biçimidir. Kelimelere dökemediği duygularını, yaşadığı çatışmaları, korkuları ya da sevinçleri oyun yoluyla dile getirir. Bu yüzden oyun, bir çocuğun sadece boş zaman etkinliği değil, varoluşunun ve gelişiminin merkezidir.
Çocuklar oyun sırasında sadece nesneleri hareket ettirmez; aynı zamanda zihinsel, sosyal, duygusal ve fiziksel becerilerini işler hâle getirir. Örneğin, bir çocuk legolarla oynarken yalnızca motor becerilerini değil, plan yapma, problem çözme ve sabretme becerilerini de geliştirir. Evcilik oynarken sosyal roller hakkında fikir edinir, empati kurmayı öğrenir. Sembolik oyunlar sayesinde düşünce becerileri gelişir, soyut kavramlarla tanışır. Özellikle 2-6 yaş aralığında çocukların oyunlarına katıldığınızda, sadece neyle oynadıklarını değil, nasıl hissettiklerini de görmeye başlarsınız. İşte tam da bu nedenle, oyun bir tür “çocuk dili” olarak görülür. Bu dili anlayabilen bir ebeveyn ya da öğretmen, çocuğun iç dünyasına daha derinlemesine ulaşabilir.
Bu noktada devreye oyun terapisi girer. Oyun terapisi, özellikle konuşarak kendini ifade etmekte zorlanan küçük yaş grubu çocukların duygusal ve davranışsal sorunlarını çözmelerine yardımcı olmak amacıyla geliştirilmiş bilimsel bir yaklaşımdır. Oyun, bu terapi yönteminde bir araçtır; çocuk, oyun aracılığıyla kendini ifade ederken terapist onun duygu durumunu, içsel çatışmalarını ve ihtiyaçlarını gözlemler.
Her yaşın oyun gereksinimi ve oyunda gösterdiği gelişim düzeyi farklıdır. Bebeklik döneminde oyunlar daha çok duyusal ve motor temellidir; dokunma, yuvarlanma, ses çıkarma gibi etkinlikler bebeklerin dünyayla ilk etkileşim yollarıdır. İki yaşından sonra çocuk sembolik oyuna geçer; bir kalem kaşık olur, sandalye araba… Bu yaratıcı geçişler aslında düşünsel esneklik ve hayal gücünün başladığını gösterir. Dört yaş civarında artık kurallı oyunlara ilgi başlar, çocuklar sıra beklemeyi, paylaşmayı ve iş birliği yapmayı öğrenir. Bu yaşlardaki oyunlar çocukların sosyal gelişimi için oldukça kritiktir. İlkokul dönemine geçildikçe yapılandırılmış oyunlar ve grup etkinlikleri öne çıkar. Rekabet, kazanma-kaybetme gibi duygularla tanışan çocuklar, hem duygusal dayanıklılık hem de stratejik düşünme becerileri geliştirir.
Peki ebeveynler bu süreci nasıl desteklemeli? Öncelikle çocukların oyun zamanları, tıpkı yemek ya da uyku saatleri gibi düzenli ve öncelikli olmalıdır. Oyun, çocuğun ruhsal ihtiyaçlarından biridir ve bu ihtiyacın uzun süre karşılanmaması, zamanla davranışsal sorunlara ya da içe kapanmaya neden olabilir. Ne yazık ki günümüzde birçok çocuk, oyun yerine ekranla oyalanıyor.
Ebeveynlerin dikkat etmesi gereken bir başka nokta da çocukların oyunlarına yalnızca seyirci değil, eşlikçi olmalarıdır. Ancak bu eşlik, çocuğun oyununu yönlendirme ya da kurallar koyma anlamına gelmemelidir. Bir çocuğun kurduğu hayal dünyasına girmek, onun liderliğini kabul etmek demektir. Oyun sırasında kurduğu senaryolar, seçtiği oyuncaklar, gösterdiği duygular ve tekrar ettiği davranışlar bir anlam taşır. Sürekli aynı oyunu oynamak, belirli bir sahnede takılı kalmak ya da oyunlarında aşırı korku ve şiddet unsurlarına yer vermek, çocuğun içinde bulunduğu ruhsal duruma dair önemli sinyaller olabilir. Bu gibi durumlarda bir uzmandan destek almak, çocuğun duygusal sağlığını korumak adına kıymetlidir.
Oyun sadece çocuğun gelişimine değil, ebeveyn-çocuk ilişkisinin derinleşmesine de katkı sağlar. Birlikte oynanan her oyun, çocuk için “benimle ilgileniyorlar, bana değer veriyorlar” mesajı taşır. Bu duygu, ileriki yaşlarda güvenli bağlanma, özgüven ve sosyal ilişkilerde başarı olarak kendini gösterir
Oyun; öğrenmenin, gelişmenin, iyileşmenin ve bağ kurmanın doğal, güçlü ve eşsiz bir yoludur. Ebeveynler olarak çocuklarımızın oyunlarına eğildiğimizde, onların iç dünyalarına yaklaşırız; göz temasıyla, gülümsemeyle ve sabırla çocukluklarının en kıymetli köşesinde yer buluruz. Unutmayalım, oyun çocuğun en ciddi işidir.
Oyun Ciddi Bir İştir
