Yazımın başlığından da anlaşılacağı gibi konumuz büyük bir kitlenin besin maddesi olan ekmek. Bu yazımda iki olayı zamanın ruhu içinde değerlendireceğim.
İlk olay; 1939-1945 yılları arasında Avrasya’da ve Asya-Pasifik’te yaşanan, büyük yıkımlara ve ölümlere neden olan atom bombasının kullanmasıyla son bulan 2. Dünya Savaşı.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu savaş öncesi izlenen akıllı politikalarla savaşa girmedi ve ülkemiz bu ateşten kurtuldu. 2. Dünya Savaşı yıllarında ülkemiz nüfusu 27 milyondu. 1939’da başlayan harp kapımıza dayandı. Batıda Almanlar Yunanistan ve Bulgaristan’daydı. Doğuda Kars cephesinde SSCB yani Ruslar, Türkiye Cumhuriyeti’nin Almanya’dan yana savaşa katılması halinde ülkemizi işgal edebilirdi. Fiili durum iki ucu sorunlu bir ortamdı. Genç Türkiye Cumhuriyeti 1923’de emperyalizmi yenmiş, ekonomik var olma savaşı veriyordu. 1930’lara kadar yaşanan doğudaki isyanlar zaten ekonomisi tarıma bağlı ülkede 1 milyon genç köylüyü tarımdan çekip ülke güvenliği için asker olmasına neden oluştu. Bir milyon genç üreten insanın tarımdan çekilmesi ülkede buğday darlığı yarattı. 1940’lı yıllarda en mazbut binalar camiler ve kiliselerdi. Tahıl stoğu için yer bulamayan Türkiye Cumhuriyeti bu mekânları kullanmak mecburiyetinde kaldı. Özellikle cephede savaşan askerin gıda güvenliği her şeyin başında gelmekteydi. Karnı aç asker savaşmazdı. Dönemin hükumeti çözümü, ülkede sıkıntılı olan buğday üretimini şehirlerde ekmeği karneye bağlamakta buldu. Ancak bu durum sıkıntıyı tüm millete yansıttı.
- Dünya Savaşı döneminin verdiği sıkıntılar, 1950 sonrasından günümüze kadar konjonktür partilerince “Camilerimizi ahır, depo yaptılar”, “Yeşil ekine öşür biçtiler” şekilinde dillendirildi. Günümüzde bile tarihi bilmeyenler bu eleştirileri yapmaya devam ediyor.
Savaş bittikten sonra bir gün seçim meydanında İsmet İnönü’ye muhaliflerin çocuklarının “Sen bizi aç bıraktın” diye bağırtılması üzerine İnönü çocuklara hitaben tarihe geçecek “Evet ben sizi aç bıraktım ama babasız bırakmadım” sözünü söylemiştir.
- Dünya Savaşı’nda toplam 60 milyon insan öldü. Bunun 30 milyonu Rus’tu. Ekmek karnesinin yaşandığı 1942-1943 yıllarında aynı zamanda kuraklık da yaşandı. Buğday üretecek çiftçiler cephede tarlalar boş ve kuraklı. Evet, her ekonomik, sosyal olayı zamanın ruhu içinde anlayıp algılarla değil olgularla tespit etmek gerekir.
İkinci olay ise günümüzde özellikle büyükşehirlerde belediye ekmek satış noktalarında ucuz ekmek için sırada bekleyen dar gelirli insanlar.
Belediye ekmek satış noktalarında ekmek bugün 1,5 TL, özel fırınlarda ise 3-4 TL.
Günde 10 ekmek yiyen dar gelirli vatandaşlar ucuz olduğu için ekmek büfelerinin önünde kuyruktalar. “Etme bulma dünyası” konjönktür partilerini de vurdu. Bu ekmek kuyrukları toplumun hafızasından silinmez. Halk bunu yıllarca söyleyecektir.
Peki, bu ekmek kuyruğunun sebebi nedir?
Kurak iklimde yaşayan ve binlerce yıldır halk tarafından dillendirilen “İki yağmurun açı, üç yağmurun tokuyuz” atasözü maalesef 2021 yılında yaşandı. Yeterli yağış olmadığı için kuraklık yaşadık. Kuru tarım Allah ne verirse’dir. Sulu tarım ise garantili tarımdır. Son 20 yılık iktidar önceliği sulu tarıma vermemiştir. Eğer öncelik sırasını sulu tarıma verilseydi kuraklık daha hafif atlatılır, bu kuyruklar yaşanmazdı. TMO’nun fabrikalarına buğdayın tonunu 2 bin 750 TL’den satıyor. Oysa serbest piyasada buğdayın tonu 4 bin TL. Bu da kuyrukların gerçek sebebidir. İlimiz Yozgat’ta 750 bin hektar tarım arazimiz var. Bunun sadece %2’si sulanır. Bu oranı 30-40’lara çıkartmalıyız. Bu iki olayı değerlendirmeniz ve yorumlamanız dileğiyle.
Son söz;
- Dünya Savaşı şartlarında, makinesiz, susuz tarımda ekmek karnesi kaçınılmaz sonuçtu. Bugün yaşanan ekmek kuyrukları ise basiretsizliğin, liyakatsizliğin ve her türlü imkan olduğu halde halen sulu tarıma geçmemekte ısrar edilmesinin sonucudur.