Devleti var eden, yalnızca onun sınırları ya da kurumları değil; hizmetlerin sürekliliğidir. Makamlar, mevkiler, koltuklar gelip geçicidir. Ancak milletin varlığıyla özdeşleşmiş olan devlet bakidir, ebedidir. Bu nedenle kamu görevine talip olan her bireyin, “bugün ben, yarın bir başkası” anlayışıyla hareket etmesi gerekmektedir.
İnsan, görev aldığı yeri babasının çiftliği gibi değil; emaneti devraldığı bir bayrak yarışı gibi görmelidir. Dün başkasının taşıdığı bu emaneti bugün biz sırtlanıyorsak, yarın da bizden sonra başkaları taşıyacaktır. Esas olan; bu bayrağı yere düşürmeden, lekesiz ve gururla bir sonraki nöbetçiye teslim edebilmektir.
Ne yazık ki ülkemizin birçok yerinde olduğu gibi Yozgat’ımızda da yöneticilik anlayışı, bir süreklilik değil, adeta sıfırdan başlama mücadelesine dönmüş durumda. Yeni gelen yönetici, öncekini yok sayarak, geçmişi silip kendi dönemine ait izler bırakma çabasına giriyor. Sanki yapılan her güzel iş, bir “rakip başarısı” gibi görülüyor. Oysa devlet aklı, kişisel hırsların değil; ortak aklın, istikrarın ve faydanın önünü açmayı gerektirir.
Elbette her yöneticinin kendine has bir vizyonu, bir üslubu olabilir. Ama geçmişin toptan reddiyle geleceği inşa etmek mümkün değildir. “Eski köye yeni adet getirmek” isteyenler önce o köyde neyin işe yaradığını, neyin toplumun yararına olduğunu iyi analiz etmelidir. Çünkü hizmet, kişilere göre değil; halka faydasına göre değerlendirilmelidir.
Kamu yararına bir hizmet yapılmışsa, onu sahiplenmek ve daha da ileriye taşımak gerekir. “Ben yapmadım, o yaptı” diyerek yapılanı yıkmak ya da yok saymak hizmetin heba olması değil, aynı zamanda bir önceki yöneticinin emeğinin de yok sayılmasının yanında harcanan milyonlarca liranın da boşa harcanması demektir. Eğer yapılan bir yanlış varsa onu yıkmadan düzelterek hizmeti sürdürmektir. Halk, kim yaptı demeden faydaya bakar. Hangi elden çıktığı değil, topluma ne kattığı önemlidir.
Bu döngü, yıllardır aynı şekilde devam ediyor. Yeni gelen eskisini beğenmiyor, onun yaptığını değiştiriyor. Ardından başka biri geliyor, o da öncekini silmeye başlıyor. Böyle olunca da yerimizde sayıyor, boşa kürek çekiyoruz. Halbuki millet bizden kavga değil, hizmet bekliyor. Egolarımız ve kişisel çıkarımız için değil, kamusal yarar için çalışmalıyız.
Yöneticilik bir hizmet makamıdır. Geçici olan bu görevler, kalıcı izler bırakma sorumluluğu taşır. Önemli olan, geride hoş bir seda bırakabilmek, ardımızdan “iyi hizmet etti” dedirtebilmektir. Çünkü nihayetinde unvanlar unutulur, isimler silinir, ama yapılan işler ya hayırla ya da tepkiyle anılır.
Gelin, bu bayrak yarışını bir rekabet alanı değil; bir emanet bilinciyle sürdürelim. Kırıp dökmeden, yapılanı küçümsemeden, yarım kalan işleri tamamlayarak, doğruya doğru diyerek yol alalım. Devletin büyüklüğü, kişisel ihtirasların değil; ortak aklın, sağduyunun ve istikrarlı hizmetin eseridir.
