Küçük şehirleri seviyorum ne yalan söyleyim. Zamanımın çoğu bana kalıyor, hayattan çalıştığım en değerli varlık, zaman. İşe geç kalacak olsan en geç 10 dakikada yine gidebiliyorsun. İstanbul’da yaşayacak olsam diyorum sabah altıda evden çıkmam gerekirdi. İş çıkışı akşam da sanırım saat sekiz gibi olurdum, yemek derken uykum gelirdi zaten. Gitti koskoca hafta içim.
Yozgat’ı da en çok bu yüzden seviyorum, ulaşım çok kolay. Şirin ve sevimli. Ahh bir de kışın çok soğuk olmasa tadından yenmez. Dön diğer tarafa dört mevsimi yaşamanın da tadı ayrı oluyor.
Bir gün hiç unutmuyorum üç bankadan evrak almam gerekiyor, inanmazsınız yaklaşık kırk beş dakikada işim bitti. Beni bir görseniz nasıl mutluyum nasıl, eline şeker verilmiş bir çocuk gibi…Antalya’da bir keresinde bir banka işlemi için üç saat bekledim, kâbus gibiydi. Zaman kendime kalınca hobilerime de vakit kalıyor, fotoğraf çekmek için gezilere çıkabiliyorum il içinde, basketbol antrenmanlarıma katılabiliyorum, müzik kursuna gidiyorum gibi, daha ne olsun Yozgat’ta.
Küçük şehirlerin bir özelliği de doğal buluyorum. Sanki örf ve adetlerimiz daha çok yaşatılıyor. O yöreye ait ne varsa, yemek, halkoyunları, kıyafet, düğün adetleri vs… O kadar ilgimi çekiyor ki anlatamam. Denk geldiğimde çok büyük bir keyif alıyorum. İnsanların ilişkileri de daha içten geliyor.
Yozgat’ı seviyorum çünkü en başta memleketim. Buranın toprağında büyüdük, yedik, içtik, havasını ciğerlerimize çektik. Arabaşı içtik, madımak yedik biz, yufkayla bandıra bandıra.
Seviyorum çünkü yaptığınız her şeyin bir kıymeti var ve gözüküyor. Balta girilmeyen bir ormanda bir alanı kestiğinizde hemen belli olur ya, Yozgat’ta da öyle… Memleket uğruna yapılan her şeyin kıymeti var ve çalışma için geniş bir alana sahip.
Bir de doğamız var bizim, bir Çamlık’ta yürüyüş ve kitap okumanın tadı da başka benim için. Ne kadar az el değmişse doğaya, bir o kadar değerli oluyor gözümde. Tadı yerinde, orta şekerli kahve gibi, kırk yıla bedel.
Aslında ben inadına Yozgat’a tutunuyorum. Yozgat’ta sosyal hayat yok diyenlere inat, hobilerime sarılıyorum. Sinemaya gidiyorum, gelen tiyatroları kaçırmıyorum, konser varsa ordayım. Sabah yürüyüşümü yapıyorum, bir yüzmeye vakit ayıramıyorum Allah seni inandırsın. Daha ne olsun, müzik, basketbol, fotoğraf derken… Hayat bize güzellikleri altın tepsiyle sunsaydı, Paris’te yaşayan insanlar hiç depresyona girmezdi. Saygılar…