Kaçıncı gün olduğunu, adım gibi bildiğim, bir Cuma gününde ilk kez Sait Faik okurken, balkonda tavşan kanı bir bardak çay, rüzgar hafif hafif yüzüme değerken, okuduklarımla anlamlandırdıklarım arasında uçurumlar…
Hatırımda gülümseyen yüzün, ölümün katı halini hissettiğim, son kez tuttuğum ellerin, ölüm soğukluğu öperken yüzünü dudaklarımda… Gerçek ve hayal arasına sıkıştırdığım ölümünü kabullenemediğim 365 inci gün.
Seni görmek, cansız bedenine dokunmak yetmiyormuş ölümü kabullenmeye. Gözlerimle, beynimin bana oynadığı oyun bu, labirente sıkışmış halde kendimi bulduğum. Bir ara elime telefonu alıp, arayacak olduğum dakikanın acısı yıllara sığdıramadığım kadar ağır.
İyiyim dersem yalan olur, kötüyüm dersem isyan. Geçecek biliyorum da, nasıl geçeceğini kestiremediğim günleri sayıyorum tek tek. Dünyada her yerin aynı olduğunu, çığlıklarımla boğulurken anladığım o vakit, çaresizliğin kıyılarında, ağlarken buldum yine kendimi. Gözyaşının tadını öğreniyormuş insan içine kor düşünce, ölüm düşünce, süzülüyormuş tadı, siniyormuş kokusu bedenine, gözyaşının rengini öğreniyormuş insan sessiz sedasız bir köşede.
İmam nasıl bilirsiniz dediğinde ezbere bilirim dedim. Saçını, kokusunu, gözlerini, ellerini, hayallerini, ne varsa ait olduğu her şeyi bilirim dedim usulca…
Giderken yüzünde bıraktığın o gülüşün şimdi bize umut, cennetin habercisi sanki, içimize serpilen bir ferahlık.
Munzur deli akar, bu kez ölüm aktı, bize aktı delice, sorgusuzca, asice aktı geçti, bizi delip geçti. Müzeyyenimi Munzur kendine esir etti… Yolun açık olsun, mekanın cennet olsun melek yüzlü kardeşim…
Munzur Çayında boğularak vefat eden kardeşimin anısına…