""

HAKLISIN İNSAN GERÇEKTEN ÇOK NANKÖR !!! « Yeniufuk Gazetesi

9 Mayıs 2024 - 17:15

HAKLISIN İNSAN GERÇEKTEN ÇOK NANKÖR !!!

HAKLISIN İNSAN GERÇEKTEN ÇOK NANKÖR !!!
Son Güncelleme :

26 Ocak 2024 - 10:39

Günler günler, aylar aylar, yıllar yıllar önce idi. Bir yaz günü öğle ile ikindi arası bir vakitte  Çapanoğlu Camii gölgesinde Hacegan çay bahçesinde çayımı yudumluyordum.

Şu vakitte, Hacegan çay bahçesinin yerinde bir müddet yeller estikten sonra bir inşaat yükseliyor. İnşaatın yanından gelip geçtikçe eski güzel günler aklıma gelir, acaba buraya yapılan yeni proje nasıl sonuçlanacak diye meraklanırım.

Neyse efendim, bu fakir o zikredilen vakitte bir yandan çay keyfi yaparken bir yandan da yurdum insanlarını temaşa ediyordu. Yaşlı ve emekliler masalarda çoğunlukta idi. Malum Hacegan çay bahçesi Çapanoğlu Camii’nin gölgesinde olduğu için öğle namazını eda eden çoğunluğu emekli ve yaşlı Müslümanlardan oluşan topluluk ikindi namazını burada bekliyordu. Yer yer gençler ve öğrenciler de bu güzel mekanda bu güzel vaktin tadını çıkarıyordu.  Masalar dolu sayılırdı. Her zaman çok merak ederim bu insanlar neler konuşurlar, diye. Uzaktan onların konuşmalarını gözlerimle takip edip kendimce bazı tahminler ediyordum. Mesela şu karşıdaki kalabalık masa hararetli bir tartışmaya ev sahipliği yapıyordu. Kesin siyasetten konuşuyorlar, hükümeti yıkıp yeniden kuruyorlar… Şu yanda ki masada ise sessizlik ve hüzün hakimdi. Anlatanın yüzü de dinleyenin yüzü de üzgündü. Sanırım bu adam evdeki gelininden ya da hayırsız oğlundan dertli… Bunun gibi tahminlere devam edip etrafımı süzerken, masaların arasında bir başına dolaşıp nereye otursam diyen bir adem dikkatimi celp etti.

Yaşı yetmişi devirmiş,  kavruk yüzlü, şapkalı, kılık kıyafeti ben garibim, diyen bu adem dolaşarak benim bir başıma işgal ettiğim masaya geldi. Bir an göz göze geldik. Bakışları ile oturabilir miyim, diyordu. “Buyur hacı abi”, dedim. Cümlemin bitmesi ile birlikte hacı abi gönül rahatlığı içinde şapkasını masanın üstüne atarak oturdu.

Merhaba, merhaba faslı bittikten sonra masa sahibi olarak misafirime bir şeyler ikram etmek de bu fakirin vazifesi idi. Yakındaki garsona seslenerek çayları yenilemesini söyledim. Çaylar geldikten sonra bu sefer ben onun gözlerinin içine bakmaya başladım. Güngörmüş hayat tecrübesi bakışlarımdaki manayı anladı. Derin bir iç çektikten sonra konuşmaya başladı.

‘’Yerköy’den geliyorum… Yerköy de kızım var; bir müddet yanlarına da kaldım. Damat sokurdanmaya başladı. Çıktım geldim…’’

‘’Burada kim var?’’ dedim.

‘’Oğlan var. Lakin o da hayırsız…’’

‘’Abla hayatta mı?’’ dedim. Bir ah çekti..

‘’Naziyo… Bıldır yaz rahmete kavuştu…’’ dedi gözleri buğulanarak.

O sırada garsonun getirdiği çaydan büyük bir yudum aldı. Eyvah yandı, dedim içimden. Çay yeni gelmiş sıcaktı. Lakin karşımdaki ademin kılı bile kıpırdamadı. Anlaşılan içindeki yangın çok daha fazlaydı.

‘’Allah rahmet eylesin…’’ dedim.

‘’Amin.’’ dedi ve başladı anlatmaya.

‘’Ben Salmanlı köylerindenim. Hanım vefat edince bir başıma kaldım. Yaşlılık bir taraftan hizmete alışmışlık bir taraftan sudan çıkmış balık gibi oldum. Çocukların yanına gitsem bir başka dert gitmesem başka bir dert…’’

Bu arada çaydan yine büyük bir yudum aldı. Garip, çay mı içiyordu yoksa çay onu mu içiyordu? Hepsi birbirine karıştı.

‘’Ben onları büyütmek için onların geleceği için günlerce at üstünden inmez köy köy dolaşırdım. Şimdi bak halime evlerine sığamıyorum. Ah dedi ah…’’

Sustu bir müddet konuşmadık. Çayları tazeledik. Sohbetimiz çok kısa sürmüştü. İkimiz de düşüncelere dalmıştık. O ne düşünüyordu bilmem ama ben, bu adem tek değil yaşadığımız hayatta, onun hayatını yaşayan, onun kaderini paylaşan o kadar çok kişi var ki tahmin bile edilemez, diyordum içimden. Etrafımıza baktığımız da ne çok huzur evi var. Çocukları tarafından terk edilmiş, bir başına bırakılmış yaşlı kimselerin sayısı ne kadar çok. Ne olmuştu bize? Ne vakit toplum olarak bu hale gelmiştik? Halbuki yanında, anne ve babası ya da ikisinden birisi yaşlandığında cennete giremeyenin burnu sürtülsün, diyen bir peygamberin ümmeti; anne ve babaya öf bile demeyeceksin, diyen bir kutsal kitabın muhatapları idik.

Daha derinlere dalınca kimyası ile oynanan, bir gecede cahil bırakılan, kendi değerleri tükaka, düşmanın değerleri fazilet olarak dayatılan bir toplum gözlerimin önüne geldi. Mabetleri kapatılan alimleri yok edilen toplum, sanki başı koparılıp çırpınarak ölmeye terk edilmişti. Bu şartlar altında doğan yaşayan insanların hayat felsefeleri manevi olmaktan uzak olacaktı. Çocuklarımız milli ve manevi değerlere sahip iyi bir insan olsun yerine rahat yaşasın zengin olsun diyerek büyütülmeye başlandı. Aileler kendi dünya ve ahiretleri için değil de çocuklarının dünyası için onların şu kısa dünya hayatında iyi bir yere gelmeleri, refah içinde yaşamaları için ömürlerini tükettiler. Sonuçta ahiret kaygısı olmayan, bencil, konforundan taviz vermeyen bir nesil türedi.

Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu şu ayet:

‘’O size istediğiniz her şeyden verdi. Allah’ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız. Doğrusu insan çok zalim, çok nankördür!’’

‘’…insan zalim, çok nankördür.’’ Sözünü ben içimden geçirdiğimi zannediyordum. Halbuki onu sesli söylemişim…

‘’Haklısın. İnsan gerçekten çok nankör.’’ diyen bir ses ile irkildim.

Birden çok şaşırdım. Ben daha şaşkınlığımı üzerimden atmadan misafirim şapkasını almış eyvallah, deyip uzaklaşmaya başlamıştı. Bir an arkasından seslenecek oldum. Tereddüt yaşarken o iyice uzaklaştı. Gözlerim masadaki bardaklara takıldı. O anda sanki başımdan kaynar sular boşandı. Onun bardağının altında iki çay parası duruyordu.

YORUM YAP

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.
Mehmet Aslan 6 Şubat 2024 / 01:33 Cevapla

Çok güzel olmuş ellerine emeğine sağlık