Eskiler derler ki: “Aynası iştir kişinin, lafa bakılmaz.”
Kişi, kendi işini kendi yapmalıdır.
Sana vereyim bir öğüt: “Kendi ununu kendin öğüt.”
Bu atasözü, başkasına bıraktığımız veya ısmarladığımız işin başarılı olamayacağını gayet güzel açıklamaktadır.
Yozgat’ta idari, siyasi ve sivil toplum kuruluşlarında görev yapan arkadaşların, kendi görev alanları haricinde her işle uğraştıklarını görmekteyiz.
STK’larda yetkili olanlar siyasete müdahil durumdalar, siyasi görevleri deruhte edenler bürokrasi üzerinde etkili olmaya çalışıyorlar. Bürokrasi içinde görev yapanlar ise hiyerarşik yapıyı alt üst eden bir çalışma içerisindeler. Bir kurumun müdüründen daha çok yetki kullanan şube müdürleri var. Şube müdüründen daha yetkili davranan şefler var. Hepsinden öte, öyle memurlar biliyorum ki konuşmalarında, bulundukları kurumun “eğer ben olmazsam bu kurum batar” anlayışını benimsediklerini üzülerek görüyoruz.
“Ee bunun ne zararı var?” diyenler olabilir.
“Bırakın, insanlar kafalarına göre takılsın” diyenler de olabilir.
Bana doğrudan bir zararı yok da…
Bu insanların hiçbir şeye bir faydası da yok.
Nasıl mı?
Hayatın doğal akışına uygun, aynı zamanda Anayasa, yasalar ve yönetmeliklere uygun bir biçimde yaşamak bir kuraldır, kaidedir.
Böyle olduğu içindir ki Türk Devleti ebed müddettir.
Eğer böyle olmazsa, memlekette “At izi it izine karışır, sapla saman ayırt edilemez” ki bu meşhur bir veciz sözdür.
İmam Gazali’nin de dediği gibi:
“Liyakat sahibi olmadan bir makama gelenler, astlarını ısırır, üstlerine kuyruk sallarlar.”
Kamu görevlisi olmak ve kamu görevi ifa etmek, Aziz ve Necip Türk Milleti’ne göre kutsaldır.
Devlet adına görev yapmak, devletin yapmakla yükümlü olduğu asli, devredilemez ve ilişkide karşı tarafa üstün olduğu bazı faaliyetleri kapsamaktadır ve bunlara “kamu görevi” denmektedir.
Bu tanım dışında kalan ve devlet tarafından yapılması zorunlu olmayan, şahıslar tarafından da yapılabilecek olan faaliyetler ise “kamu hizmeti” olarak tanımlanmaktadır.
Takım elbise giymek, boyalı ayakkabı giymek, kravat takmak, günlük tıraş olmak bir kamu görevlisinin alamet-i farikasıdır.
İnsani değerlerden yoksun, bilgi, birikim ve tecrübe gerektirmeyen şekilde, sadece siyasi güce yaslanarak bulunduğu makama oturan insanlar; yönetime ve devlete yük olurlar. Millet bu tür insanlardan haz etmez. Bazı kamu görevlileri, asli görevlerini unutarak köşe yazarlığına soyunmakta; kaleme, sarılarak itibar inşa etme peşinde.
Şu anda ülkemizi yönetme yetkisi, Aziz Milletimiz tarafından AK Parti’ye ve Cumhur İttifakı’na verilmiştir.
Yani demem o ki; dini hayatı merkeze alarak yönetme iddiasında olan ve milletten bu doğrultuda yetki alan bir siyasi irade tarafından yönetiliyoruz.
İslam’a göre yönetme yetkisi emanet bir güçtür.
Nasıl ki “mahkeme kadıya mülk değilse”, yönetim yetkisi de mülk değildir.
Yöneten, yönetilene kader çizemez, sınır koyamaz.
Bu durum bürokraside de aynıdır.
Bugün görev yaptığınız şeflik, müdürlük, şube müdürlüğü sizin mülkünüz değildir.
Makam sahibi bir bürokrat, halka “Allah’ın iyâli” gözüyle bakmalı, bu bilinçle hizmet etmelidir.
Sonuç olarak;
Kamu kurum ve kuruluşlarında görev yapanlar, emanet bilinciyle hareket etmeli, hak ve hukuku gözeterek, aşağıdan yukarıya değil; yukarıdan aşağıya kurulan hiyerarşik yapıya uygun şekilde iş ve işlemlerini yürütmelidirler.
Söylemleri ve eylemleri de bu çizgiye uygun olmalıdır.
Bizimkisi, testi kırılmadan yol göstermektir…
