“Bir uygarlığın seviyesini ölçmek isterseniz, kadının hayat şartlarına bakın.” Stuart MİLL
Tarihte bugün; 8 Mart 1857 yılında New York’ta 40.000 dokuma işçisi çalışma koşullarının iyileştirilmesi için tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak işçilere polisin saldırıp, fabrikaya kilitlenmesi, ardından çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi can verdi. Bu olay 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü 1910 yılında gündeme taşımış ve kabul edilmiştir. Bizim ülkemizde ise ilk kez 1921 yılında “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmaya başlanmıştır.
Diye başlayan 2 yıl önce yazdığım yazıya baktığımda; değişen hiçbir şey olduğunu bugün değil elbette, her gün hatırlıyorum, yüreğimi kanatıyor bir kadın olarak. Şiddet; öyle bir sardı ki etrafımızı sıradanlaşmış gibi görüp tepki vermemeye bile başladık bu 21. yüzyılda. Kadının bile kadın haklarına sahip çıkmadığı bugünde sessiz kalmayalım. Ne Özgecanlar, ne Ayşeler, ne Fatmalar ölmesin artık.
Bu kadar cinayetin, bu kadar tecavüzün, şiddetin olduğu bir dünyada 8 Mart Dünya Kadınlar Günümüzü kutluyorum.365 gün 6 saatin içinde belki de senede 6 saat tepki vermeye çalışıyoruz çapımızca. Neden mi? Bugün çıkan sesimizi nezaketen de olsa dinleyenler var, sanırım bu yüzden.
Hani kadın hep atılmış ya tarih boyunca kıyıya köşeye ve ne tesadüftür hep o köşeyi toparlamış kendi kendince kadın. Alnındaki çizgilerinin bir manası var, gözlerindeki bakışın bir anlamı, bir derinliği var, masum, yalın bir güzelliği var kadının. Ve o kadın zamanında annen, kız kardeşin, eşin, yavrun ve torunların olacak. Adının güzelliğine dair ne varsa geçmişten kalan, taşıyacak gururla. Geçmişin geleceğe köprüsünü kurarken bir kadın, onu bugünlerde incitme.