Elbette mükemmel bir Yozgat anlatmayacağım size ama bir de aynanın arkasından bakalım istedim bu hafta.
Kendinize daha çok zaman ayırabiliyorsunuz Yozgat’ta mesela. Sesli düşünüyorum, örneğin İstanbul ve Ankara’da yaşıyor olsam hafta içi işten çıkıp eve gelme saatim akşam sekizi bulurdu. Yemek faslı derken bir bakmışım uyku saati gelmiş bile. Gitti mi gül gibi hafta içi, beş günüm. Yozgat’ta nerde otursak oturalım 10 dakika sürmüyor evde olmak. Yemek derken iki, üç saat bize kaldı. Film mi seyretmek istiyorsun, dizin mi var, ya da hobilerin, ya da takıl gitsin arkadaşlarına…
Bir de sosyal hayat düşündüğümüzden daha sosyal, farkında değiliz. Sosyal etkinliklere katılabilmek için zaman olması en önemli kriter, o zaten cebimizde. Sosyal hayat yok diyenlere inat yazıyorum aslında bu yazıyı tam olarak, yani aynanın arkasından, bir sol alt köşesini anlatmaya çalışıyorum dilim döndüğünce…
Bir gün Lise Caddesinde bir kafede otuyorken Yozgat’ı konuşuyoruz. Sosyal hayat yok dedi bir arkadaşım. Ben tek kaşımı kaldırarak annem gibi, hemen sordum, şu an İstanbul’da olsaydık ne yapardın, Boğazda yemek yerdim dedi. Daha sonra dedim. Deniz manzaralı bir kafede oturum dedi. Daha sonra dedim. Yeter bu kadar sosyal olmak dedi. Dönüp şunu söyledim, sosyallik yemek ve kafeden ibaretse varsın deniz manzaramız olmasın, kafe de, restoran da var yeteri kadar Yozgat’ta… Sözüm o ki sosyallik anlayışımız nedir? Ne bekliyoruz, ne alıyoruz?
Hadi bugün tiyatro var gidelim dediğim zaman, hep işleri vardır acımazsızca eleştirenlerin. Arkadaş hastalık olmadığı sürece ertele işini yarına, bir daha nerede bulacaksın o etkinliği kaçırdıktan sonra.
Yozgat’ta sosyallikten yana, tiyatro desen var, konser var, müzik evleri var enstrüman çalmak isteyenler için, halk eğitimin de güzel kursları var. Fotoğrafçılıktan, işaret diline kadar. Ya peki biz ne yapıyoruz. İş,ev,ev, iş… Bilmem anlatabildim mi?